İstanbul Mutlu Son Hizmeti Ebru

İstanbul Mutlu Son

İstanbul Mutlu Son  Çok geçmeden cengel

ağaçlarının sıklaştığı bir yerdeydi. Upuzun ağaç gövdelerinde,

ta tepelere kadar, hiç beklenmedik solgun renkli çiçekler

bitiyor; yukarılarda, yaprakların koyu örtüsü altında, çığlık

çığlığa bir yaşam sürüp gidiyordu. Orada hava da koyu renkti;

ve sürüngen bitkiler, batmış gemilerin ipleri gibi aşağıya

doğru sarkıyordu. Simon’un ayakları yumuşak toprakta iz

bırakıyor ve onlara çarptıkça, boylu süresince titriyordu ipe

benzeyen sürüngen bitkiler.

Biraz daha çok güneş alan bir yere vardı sonunda.

Sürüngen bitkiler, ışığa erişmek için uzağa gitmeleri

gerekmediğinden, dev gibi bir özgüır örmüşlerdi burada. Bu

özgüır yüksek olmadığı için üstünde sadece küçük bitkiler ve

eğrelti otları çıkan bir kaya parçasından cengele açılan bir

düzlüğün kenarına asılıydı. Güzel kokulu, koyu renkli

İstanbul Mutlu Son

çalıların çevrelediği bu yer, sıcaklık ve aydınlık dolu bir

kâsenin içine benziyordu. Bir köşede devrilen devasa bir

ağaç, ayakta kalan öteki ağaçlara yaslanmıştı. Ağacın her bir

yanı, hızla tırmanan bir sarmaşığın, kırmızı ve sarı

çiçekleriyle örtülüydü.

Simon durdu. Tıpkı Jack gibi o da arkasına, gerisinde

kapanan yollara baktı; hepsiyla sadece olduğuna iyice

güvenebilmek için, hızla göz gezdirdi çevresine. Bir saniye

için nerede ise gizlice kaçıyormuş şeklinde bir hal aldı. Sonra

eğildi, sarmaşıklarla örtülü hasırın ortasından kendine bir yol

açtı. Simon geçer geçmez derhal eski yerlerine dönen

sürüngen bitkilerle çalılar öylesine sıktı ki, sürtündükçe teri

bulaşıyordu onlara. Bitkilerin ortasına varınca, kendini

güvende hissetti. Minnacık bir oda gibiydi burası. Bitişikteki

ağaçsız düzlükten bir yaprak perdesiyle ayrılıyordu. Simon

çömeldi; yaprakları aralayıp düzlüğe baktı. Sıcak havada

birbirinin çevreında uçuşan bir çift kelebekten başka, aslabir

şey kıpırdamıyordu. Simon soluğunu tuttu; dikkat kesilerek,

adanın gürültülerine kulak verdi. Akşam yavaşça

yanaşmaktaydı adaya. Pırıl pırıl şaşırtıcı ve hayret verici kuşların sesi, arı

vızıltıları, hatta dört köşe kayalardaki yuvalarına dönen

martıların çığlıkları bile daha az duyulur olmuştu. Millerce

ötelerde, sığ kayalıklara çarpan derin deniz, damarlarda

akan kandan daha hafifçe bir sesle hışırdıyordu.

Simon, yapraktan örülü perdeyi yerli yerine koydu. Taraftan

gelen bal renkli güneş ışınları solgunlaştı; çalıların üstünden

kaydı, yeşil mumu andıran tomurcukları aştı, ağaçların

tepesindeki yaprak örtüsüne terfi etti. Karanlık yoğunlaştı

ağaçların altında.